HÜSEYİN ARSLAN’IN SORULARI, ERDAL KURĞAN’IN CEVAPLARIYLA 5 SORUDA ERDAL KURĞAN’A GÖRE İSLAMCILIK
1- İslamcılıkla ne kastedilmektedir? İslamcılığın alamet-i farikası nedir?
İslamcılıkla ne kastedildiği, kimin kullandığına bağlı olarak değişmektedir. Dolayısıyla tanımın mahiyeti kullanana göre farklı bir hal alır. Söz gelimi, İslam’ın gündelik hayatı kuran, toplumsal ilişkileri tanzim eden, toplumsal rolleri belirleyen umdelerini dile getirdiğinizde, muhatabınız modern paradigmanın (ya da post-modern kabullerin) içinden konuşarak sizi İslamcı olarak tanımlayabilmektedir. Bu tanımı yaparken aslında sizin otantik İslam’dan farklı taleplerle hareket ettiğinizi ileri sürerek, İslam’ı ideolojileştirdiğinizi iddia etmektedir. Ya da Hristiyan tecrübesinden kalkarak, ibadet mefhumunu camiye hapsedip kamusal alana dair tüm taleplerinizin seküler/rasyonel bir zeminde olması gerektiğinden hareketle sizin dini farklı amaçlarla kullandığınızı da ileri sürebilir. Dolayısıyla, hiçbiri hakikate tekabül etmeyen, bu ve benzeri farklı tezahürleriyle birçok İslamcılık tanımı yapılabilir; ama bunların hepsi farklı politik pozisyonlardan hareketle yapılan tanımlamalardır.
Ancak daha teorik ve daha külli bir tanım yapmamız gerekirse, Modernitenin inşa ettiği hayat tarzına, varlık anlayışına (ve tabi ki varlık hiyerarşisine de), insanlığı davet ettiği güzergaha (yani insanlık için neyin hayırlı neyin şerli olduğu kabulüne) İslam’ı referans vererek karşı durmanın genel adıdır İslamcılık.
İslamcılık’ın alamet-i farikası modern bir fenomen olmasıdır; yani modern dönemde zuhur etmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, İslamcılığı Müslümanların ortak tecrübesini dikkate aldığımızda modern öncesi dönemde görmek mümkün değildir. Zira kendisini karşıtı olarak konumlandırdığı Modernite ve onun ontolojik, epistemolojik, kurumsal, kültürel veya yapısal varlığı (ve tehdidi) yokken İslamcılığı aramak anakronik bir yaklaşım olur. Nitekim bu nedenle birçok akademik çalışma, Müslümanların çağdaş dönemdeki çabalarını tarihte bulamadıkları için modern-öncesi dönem ile modern dönemi mutlak bir şekilde ayrıştırmakta ve İslamcılığı türedi bir modern ideoloji olarak değerlendirmektedir. Oysa modernitenin Müslümanlar tarafından kabul edilmeyen veçhelerine karşı duruşu simgeleyen İslamcılık, karşıtı yokken tabi ki zuhur etmeyecektir. Bir diğer nokta ise, Modern paradigmanın kabulleri ve pratikleriyle tüm hayatı kuşattığı modern çağda İslam’a yapılan bilinçli vurguyu modern öncesi dönemde aramak yanlıştır. Zira modern öncesi dönemde -bireysel pratikler veya yaygın pratiklerin samimiyeti bir yana- gündelik hayatın üzerine kurulduğu ve zaten herkesin bildiği şeylerin sürekli vurgulanmasını beklemek, retrospektif bir okumaya işaret eder.
2- 1960’lı yıllarda Türkçeye tercüme edilen İslamcı kişilere ait kitapların Türkiye’deki İslamcılık üzerinde nasıl bir etkisi vardır?
1960’lı yıllar ve sonrasında İslamcılık bence hafıza kaybına uğramıştır. Bunda en başta Kemalist hegemonyanın otantik İslamî bilginin mekanını ve meşruiyetini ortadan kaldırması yatar. Medrese geleneğinin esaslı alimlerinin son temsilcileri dar-ı bekaya irtihal ettikleri için -az da olsa devam eden medreseler ve alimleri akılda tutarak söylüyorum- kamusal söylem üretme ve pratik talepler Medrese dışı aktörlere kalmıştır. Bu aktörler ya akademisyen ya edebiyatçı ya da mühendis/avukat gibi teknokratlar olmuştur. Kanaatimce 1960’lı yıllardaki tercüme metinler bu noktada iş görmüştür. Yani medrese ile bağı kalmamış olan Müslümanlara İslam’ın içtimaî ve ferdî meselelerinde İslam’a referans vermeyi, İslam’ın kamusal ve politik taleplerini hatırlatmıştır. Bu bağlamıyla bir boşluğu doldurduğunu teslim etmek gerek. Ancak kanaatimce sorun, sadece o metinlerle yetinilmiş olmasıdır. Oysa o metinlerin bizi tekrar usulü’d-din’e ve usul-i fıkh’a götürmesi gerekirdi. Burada asleyne olan rücunun salt bir tekrar olmayacağını da hatırda tutmamız gerek. Çünkü usul de ümülatif oarak gelişmiştir/gelişir; donuk değildir.
3- İslamcılık, yerliliğe karşı mıdır?
İslamcılığın yerliliğe karşı olanların iddiası, İslamcılığın kökü dışarıda bir ideoloji olduğu ithamıdır. En yaygın tabirle, ‘İhvan-ı Müslimîn Mısır’ın şartlarında oluşmuştur; Seyyid Kutub Mısır için yerlidir, Anadolu için değil!’ gibi bir yaklaşım bu. Oysa benzer yaklaşımı Mısır’da Abdunnasır da sergiliyordu; ona göre İslamcılar kökü dışarıda bir hareketti. Yani Mısırlılara göre Seyyid Kutub yerli değildi!
Bu mesele ‘bağlam’ tartışmasıyla yapılmış olsaydı daha verimli olurdu. Ama o zaman da coğrafya zindanından kurtulsak bile tarih zindanına hapsolurduk. Yani Said Halim Paşa’yı okumaya çalıştığımızda da tarihsel bağlamı tartışmamız gerekecekti vs. Bunların hiçbiri sorun değil, her yaklaşımı tartışabiliriz. Ama tutarlı olarak. Tercümelere yerli olmadığı iddiasıyla eleştiri getirenler -bu arada ben de tercümelerin belirli bir bağlamda ve süzgeçle değerlendirilmesi taraftarıyım; ama bu bağlam ve süzgeç sadece tercümeler için değil bugün Türkiye’de üretilen metinler için de söz konusu olmalı-, tercümelerin yer yer modernist yer yer Selefî kabullerinden kalkarak bunu dile getiriyorlar. Ben de bu eleştirilerin bir kısmına katılıyorum ama modernist ya da Selefî yaklaşımların eleştirilme biçimi ‘yerli olmamak’ şeklinde olmamalı. Aksi takdirde, eleştirdiğiniz Modernist yaklaşımın tanrısı olan ulus-devlet’i ve onun sınırlarını kutsamak gibi bir hataya düşersiniz. Müslümanlar tarihsel tecrübeleri boyunca hiçbir zaman düşünceleri memeleket-merkezli değerlendirmemişlerdir. Aslolan hangi usule dayandığı olmuştur.
4- İslamcılık ve siyasal İslam arasında bir fark var mıdır?
İnsanların Siyasal İslam’dan ne anladıkları konusunda kesin bir şey söyleyemiyorum. Çünkü kimi bunu Adalet ve Kalkınma Partisi, Milli Görüş geleneği vs. olarak değerlendirirken kimi bambaşka bir şeyi kastedebiliyor. Ama daha genel bir ifade kullanmam gerekirse, İslamcılığın kamusal talepleri zaten politiktir de. Ya da şöyle söyleyeyim: İslamcılık, Siyasal İslam’ı kapsar ve aşar.
5- İslamcılık ile İslami hareketler arasında fark var mıdır?
Yukarıda Siyasal İslam bağlamıyla söylediklerimi burada aynen tekrarlıyorum. Bir ekle beraber: İslamcılık homojen bir fikirler ve hareket bütünü değildir. Birbiriyle tenakuz halinde olan insanları da içinde barındırır. Bu bağlamıyla İslami Hareketler, İslamcılığın alt kümeleri mesabesinde değerlendirilebilir diye düşünyorum.
Allahu a’lem…