Ömer Türker’in Soruları, Ayhan Çitil’in Cevaplarıyla 5 SORUDA KANT

1. Genel olarak düşünce tarihini dikkate aldığımızda Kant felsefesinin iddia ve katkısını nasıl özetlersiniz?

Kant, Antik Yunan düşüncesinde bilhassa Parmenides ve Platon ile başlayan, Aristoteles ve Plotinos ile devam eden, İslam düşüncesinin de tevarüs ederek geliştirdiği ve katkıda bulunduğu bir düşünce çizgisinin eleştirisini yapmış ve fikriyatta kendi fikirlerinden kaynaklanan yeni bir mecra açmıştır. Eleştiriye konu ettiği klasik metafiziksel düşünme biçiminin belki de temel öncülüne, düşünce ile varlığı özdeşleştirme yaklaşımına itiraz etmiştir.

Kant
Kant 1724 – 1804

Varlığın kendinde ve düşünülür olarak ele alındığı; ister idealar aleminde ister Tanrı’nın zihnînde ante rem bulunan ideaların/suretlerin, isterse hissî alana gömülü in rem var olan küllilerin, bilginin esas konusu olarak görüldüğü; düşüncede kâmil olarak tasarlanan suretlere – ister ruhun saflaşması ister bizatihi düşünme fiilinin icrası yoluyla yakınsamanın (hurucun, tecerrüdün, zühdün…) ahlâkın temeline yerleştirildiği bu düşünme biçimini felsefî söylemde rahatça ifade edilebilir ve kabul edilebilir olmaktan çıkarmayı amaçlamıştır. Bu amacını gerçekleştirmeye yönelirken klasik metafizik anlayışlarıyla tutarlı olduğu düşünülen tabiat anlayışının, mekanik tabiat anlayışı tarafından yanlışlanmasına ve yeni fiziğin başarılarına güvenmiştir. 

Kant, klasik metafizik anlayışlarının dile ve dilin mantığına ilişkin tespitlerden varlığa ilişkin tespitlere geçiş yapmalarının iyi temellendirilmediğini, varolanların cins ve fasıl esasında sınıflandırılmasını hedefleyen burhan anlayışının terk edilmesi gerektiğini düşünmüştür. Düşünce varlıklarının ampirik malzemenin terkip edilip determinatif yargılar vasıtasıyla bir birlik içerisinde tutulması ve daha sonra (öznel bir zeminde işleyen) reflektif yargılar üzerinden sınıflandırılmaları yoluyla ortaya çıktıklarını savunmuştur. Söz konusu terkip faaliyetinin saf görüler olarak ele alınan uzay ve zamana ait saf çoklunun saf terkibine dayandığını, ampirik nesneleri kavramamızda rol oynayan imgelerin/hayallerin zamanın saf belirlenimleri olan şemalara göre inşa edildiğini ve bu şemaların birliğinin de müdrikenin saf kavramları olarak kategorileri bize verdiğini iddia etmiştir. Söz konusu şemalar ve kategorilerden hareketle ortaya koyduğu ilkeler, teorik fiziğin zemininde yer alan sentetik a priori yargıları teşkil etmiştir. Bu ilkeleri esas alan ve sadece teorik fiziğin gerçek bilim olarak kabul edildiği yeni bir burhan anlayışı geliştirmiştir. Öte yandan ampirik nesnelerin sınıflandırılması öznel bir zeminde gerçekleştiği için, mekaniğin ilkelerine göre devinen tabiattaki varlıkların herhangi bir safhada tam ve nesnel bir sınıflandırılmasının yapılabilmesinden söz edilemez. Dolayısıyla Kant düşüncesinde ampirik bilimler geleceğe açık bir gelişim çizgisi içinde tasavvur edilmiştir. 

Kant, klasik metafizikte transandant bir yüklem olarak kabul edilen varlığa ilişkin ciddi bir perspektif değişikliğine gitmiştir. Ona göre varlık gerçek bir yüklem değildir. Bir şeye “var” diyebilmek için onu ampirik görüde karşımıza koyabilmemiz (konumlandırabilmemiz) gerekir.

Bu itibarla varlığı gerçek bir yüklem olarak alıp Tanrı ispatlarına yönelen ontolojik delil anlayışları temelsizdir. Kant, benzer şekilde Tanrı’nın varlığına ilişkin olarak getirilen farklı delillerin bir eleştirisini yapmış; rasyonel kozmolojide kainatla ilgili olarak öne sürülen her iddianın değilinin de öne sürülebileceğini, bu itibarla kozmos hakkındaki tartışmaların nazarî olarak çözümlenemeyeceğini öne sürmüştür. Böylelikle ruhun varlığına, ölümsüzlüğüne vb. ilişkin tartışmaların da ampirik nesneler hakkında geçerli kategoriler vasıtasıyla yürütülemeyeceğini ifade etmiştir. 

Teorik aklın faaliyeti içerisinde her şeyin hem tezahür hem de kendinde şey olarak düşünülebilme imkânını ortaya koyan Kant, buradan hareketle, iradeyi kendinde şey olarak esasa alan bir ahlak felsefesi geliştirme yoluna gitmiştir. “İyi”yi (“Hayr”ı) kendinde bir düşünülür olarak değil erdem ve mutluğunun sentetik birliği olarak tasavvur etmiş, en yüksek iyi olarak adlandırdığı bu nesnenin inşasının insan eylemine bağlı olduğunu savunmuştur.

Niyetlerini ahlâk yasasına göre belirleyen bir rasyonel varlık erdemli olmakta, bu eylemin sonucu ise tabiat yasalarına göre devinen mekânda kendisine mutluluk olarak dönmektedir. Kant, özgürlüğün yasalarından kaynaklanan eylemin mekanik yasalarının geçerli olduğu alanda bir sonuca yol açmasının çelişkiye düşmeden düşünülebilmesini, Tanrı’nın ve Ruhun Ölümsüzlüğünün birer postulat olarak kabul edilmesine dayandırmıştır. İnsanî eylemin sonuçlarının ortaya çıktığı alanı ise tarih olarak adlandırmıştır. Bu itibarla insan sadece doğal bir varlık değil aynı zamanda bir tarih varlığıdır.

Kant yukarıda anılan etik anlayışından hareketle salt aklın sınırlarında bir din tasavvur etmiş, rasyonel varlıkların asıl mükellefiyetinin tüm rasyonel varlıkların içinde amaç olarak gözetildiği bir toplum düzeninin oluşması için ahlakî bir koalisyon oluşturmaları olduğunu savunmuştur. Bu itibarla tıpkı ampirik bilimlerde olduğu gibi ahlâk tecrübesi de geleceğe açık hale gelmektedir.

2. Kant felsefesinin yol açtığı sorunların sonraki felsefî çalışmalarda çözüldüğü söylenebilir mi?

Kant sonrasında Batı fikriyatı yukarıda andığımız biçimiyle klasik metafizikten yüz çevirmiş ve Kantçı çerçevenin sınırları içerisinde felsefe yapmaya yönelmiştir. Bu herkesin Kant’ın tüm iddialarını kabul ettiği anlamına gelmez. Kant sonrasında önde gelen hemen hemen her filozof Kant’ın en az bir iddiasına karşı çıkmıştır, lâkin bu çabalarının onları ne ölçüde Kant’ın tesis ettiği düzlemin dışına taşıdığı tartışmalıdır. 

Kant’ın dilin semantiğini yanlış anladığı, analitik önermeleri özne ve yüklem konumundaki terimlerin işaret ettiği kavramlar-arası kısmî bir özdeşlik fikrine dayandırdığı, bu nedenle matematiğin yargılarının analitik a priori olamayacağına hükmettiği, saf görü fikrini esasa alan sentetik a priori yargıları sisteminin merkezine yerleştirdiği, oysa matematiğin analitik a priori yargıların farklı bir anlaşılma biçiminden hareketle mantığa indirgenebileceği vb. fikirler bugün semantik veya analitik gelenek diye andığımız felsefî yaklaşımın esasını oluşturmuştur.

Semantik geleneğin gelişimi içerisinde Kant’ın düşünebilme-bilebilme ayrımı, dilde ifade edebilme-modeli inşa edebilme ayrımına dönüşür. Bunun önemli sonuçlarından biri matematiğin bilimlerden bağımsızlaşmasıdır.

Dilin imkânları ile inşa edilebilen nesneler matematiğin sınırları içerisinde incelenebilir hale gelmiştir. Yani, bir matematikçi inşa ettiği ve incelediği nesnenin nasıl bir modeli olduğunu ya da hangi olgu veya fenomenlerin açıklanmasında kullanılabileceğini düşünmek durumunda değildir.

Matematik, modern mantık ve dilbilim bu esaslar üzerinde büyük bir gelişim göstermiştir. Bilhassa, modal mantık alanında elde edilen sonuçlar, adların gönderimlerine ilişkin yeni yaklaşımın -doğrudan/nedensel gönderim kuramı- Kripke tarafından geliştirilmesiyle nihayete ermiştir ve adların tüm mümkün dünyalarda aynı nesneye işaret etmesini ifade eden “katı gösterici kuramı” zorunlu a posteriori önermelerden söz edilebilmesini beraberinde getirmiştir. Bu önermelerle birlikte, esasında Kantçı düşüncede yeri olmayan yeni bir özcülük gündeme gelmiş ve bilim metafiziği olarak adlandırılan yeni bir alan ortaya çıkmıştır. Diğer yandan da matematik, mantık ve dilbilim alanında elde edilen sonuçlara ayağını basan yeni bir metafizik yapma biçimi ortaya çıkmıştır. Bu yeni metafizik aynî olana değil dilin resmettiği gerçekliğe yönelerek varlık kazanmıştır. 

Kant’ın kendi başına sabit türlerin bulunamayacağı, canlıların mekaniğin yasalarına göre devinen fiziksel bir evrenin parçası oldukları ve bu itibarla tabiat içerisindeki etkileşimleri yoluyla sahip oldukları özellikleri kazandıkları fikrinden hareketle türler arası geçişi esas alan evrimci bir tabiat anlayışı gelişmiştir. Kant’ın ampirik nesnelerin sınıflandırılmasının öznel esaslı olması fikriyle evrim kuramı bir araya getirildiğinde analitik (tanımsal) önermeleri tamamen reddeden, doğruluğun hayatta kalmaya çalışan bir türün inanç ve ilgilerinden bağımsız olamayacağını savunan pragmatist felsefe yaklaşımı ortaya çıkmıştır. 

Kant’ın Kendiliğin / Benliğin bilgisini ampirik olanın farkındalığı ile bağlı olduğu fikrini eleştiren, Ben’in kalıcılığını dışsal his yoluyla edinilen hissî malzemeye bağlayan ve bu itibarla uzayda ve zamanda tezahür etmeyen kendinde şeyleri vazeden yaklaşımını esas alarak mülk olarak nesneyi kuramayacaklarına inanan Fichte ve arkadaşları kendi kendini vazetme fiili ile varlık kazanan bir “Ben” fikrini ortaya atmışlardır. Söz konusu Ben’in kendisini Ben-olmayandan ayırması ile ortaya çıkan bir temsil dünyasından, bu itibarla da kendinde-şeyin tamamen ortadan kalktığı, tüm temsil dünyasının da varlığını Ben’e borçlu olduğu bir varlık anlayışından söz etmeye başlamışlardır. Modern devlet fikrinin ideolojik çekirdeğini teşkil eden bu açılım Tanrısal bir devlet anlayışının öne çıkmasına yol açmıştır. 

Yukarıda anılan çizginin tam tersine Kant’ın hissî temsillerin nedeni olarak kendinde şeyleri görmesinin çelişik olduğunu iddia eden Schopenhauer, dünyayı bir paranın iki yüzü gibi tasarladığı irade ve temsil cihetleri üzerinden kavramıştır. Böylelikle, temsil dünyasını akıl-dışı bir iradenin tezahürü olarak ele almış ve bu düşünüşüyle kendisinden sonra gelen Nietzsche gibi felsefecilerin ve psikanalitik ekolün yolunu açmıştır.

Kant’ın özgür bir neden olarak iradeden söz etmesini olumlu karşılayan, lâkin bu iradenin fiillerinin sonuçlarının ortaya çıktığı mekân olarak tasarladığı tarihin biliminin yapılamayacağını öne sürmesini eleştiren Hegel, rasyonel olanla tarihsel olanı özdeşleştirdiği farklı bir felsefî çizgi geliştirmiştir.

Kant’ın felsefî temellerini attığı teorik fizik çalışmalarında gelinen noktada fizikçi ve felsefecilerin Kant’ın söylediğinin hilafına fizikte elde edilen sonuçlardan hareketle bir rasyonel kozmoloji geliştirmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. Benzer şekilde Kant’ın sentetik a priori yargılara yer olmadığı için bilimsel olarak gelişemeyeceğini öngördüğü psikoloji bugün bilhassa bilişsel psikoloji çizgisinde ve sinirbilimin desteğiyle insan zihnînin işleyişini (Kant’ın kastettiğinden farklı bir esasta da olsa) bilimin konusu haline getirme çabasındadır.  

3. Kant’ın felsefesinin kendi içerisinde çelişkili olduğu yerlerden söz edilebilir mi?  

Kant’a göre “Ben/lik” yukarıda da işaret ettiğimiz gibi hissî temsillere eşlik eder ve kendi birliğini temsillere yansıtarak nesne inşasının zemininde yer alır. Öte yandan Ben’in varlığını bu itibarla hissî olana borçlu olduğu iddiası, bir varsayımdan ibarettir. Nitekim Kant sonrası Alman idealizmi geleneği Ben’i çok daha Tanrısal bir konuma yerleştirmiştir. Burada açıklanmaya muhtaç ve eleştiriye açık noktalar bulunmaktadır. Üstelik Kant’a göre “Ben” algıya yönelenin kendini idrak etmesini sağlayan bir fiille var olmaktadır. Bu fiilin mahiyeti ve sahibi Kant düşüncesinde belirsiz bırakılmıştır.

Kant’ın mezarı (Kaliningrad/Rusya)

Kant’ın vefatından önce kendinde şey kavramı ve kendine şeyin hissî temsillerin nasıl olup da zemininde yer aldığı ciddi bir tartışma konusu olmuştur.

Kant, Öklid geometrisinin postulatlarını sentetik ve a priori, bu itibarla da evrensel ve zorunlu yargılar olarak ele almıştır. Kant’ın vefatından sonra ortaya çıkan Öklid-dışı geometrilerin Kant’ın sistemi içerisinde tutarlı biçimde ele alınıp alınamayacağı hala tartışma konusudur. Benzer şekilde Kant sonrasında geliştirilen Görelilik Kuramının ve Kuantum Mekaniğinin Kantçı zeminde temellendirilip temellendirilemeyeceği de tartışmalıdır. Kant’ın bir şeyin nesne kılınmasında nedensellik kategorisinin belirleyici olduğu fikrî dikkate alındığında ve kuantum nesnelerinin klasik nedensellikle uyuşmayan tezahürleri göz önünde bulundurulduğunda Kant’ın teorik fizik anlayışının eksiksiz olup olmadığı tartışmaya açılmaktadır. 

4. Kant'ın bilhassa bilginin sınırlarına dair değerlendirmelerinin metafiziğin bilim olarak statüsünü kökten sarstığı kabul edilmektedir. Modern bilimin verileri de dikkate alındığında klasik metafiziğin alanına giren olguları düşüncenin yeniden anlamlı bir şekilde konusu haline getirmenin sizce bir imkânı var mıdır?

Genelde Modern felsefe özelde de Kantçı felsefe insanın ilgilerini ve bilgi edinebildiği alanı zihnî olana daraltan ve aynî olanı fikrî çerçevenin dışında bir yönelimle karakterize edilebilir. Bu daralmanın fikriyatta nasıl sorunlara yol açtığının ve mevcut çerçeve içerisinde nelerin ele alınamayacağının tespiti ve izharı günümüzde felsefenin en önemli sorunudur. Bir başka deyişle günümüzde insanlığın fikrî alandaki en mühim sorun, teknoloji geliştirmeyi ve toplumu geçmiş yüklerinden kurtararak rahatlatmayı hedefleyerek kendisini içine soktuğu zihin ve dil hapishanesinden kurtarmaktır. Dolayısıyla klasik metafiziğin asli sorularına dönüşün öncesinde bizi Kantçı felsefe ve sonuçlarını hakkıyla elden geçirdiğimiz bir karşı eleştiri safhası beklememektedir. Böyle bir eleştiri klasik metafiziğin ele aldığı ve insanlığın her daim aklını meşgul eden büyük soruların çağımızda nasıl ele alınabileceği ile ilgili bir usulün ipuçlarını bize verebilir. 

5. İslam düşünce gelenekleri dikkate alındığında gerek bizzat Kant'ın gerekse Kant sonrası felsefenin bilhassa bilgi, varlık ve ahlâk bahislerinde yol açtığı sorunlara çözüm üretmede sizce İslam düşünürlerinin katkısı ne olabilir? Şimdiye kadar Türkiye'de oluşan birikimin umut vaat ettiğini düşünüyor musunuz?

Ben söz konusu çözümlerin – artık – sadece İslam dünyasından gelebileceğini düşünüyorum. Müslümanların kendi hassasiyetlerini korumaları nedeniyle sorun olarak gördükleri şeyleri başka toplumların / ümmetlerin / bilim cemaatlerinin sorun olarak gördüğünü düşünmüyorum. Sorun görmüyorsanız çözüm aramazsınız. 

İslam düşünürlerinin bu çözümlere erişebilmeleri ise son derece büyük külfetlerin altına girmelerini gerektiriyor. Hem kendimizi hatırlamak ve bunun için de gelenekle sağlıklı bir irtibat kurmak hem de Kant sonrası düşüncenin seyrine ve ortaya çıkardığı sorunlara vakıf olmak gerekiyor. Lâkin burada içimizi rahat tutmamızı sağlayacak önemli bir nokta var. Şu anda önümüzde duran fikrî proje doğru öncüllerden ve çıkış noktalarından hareket eden bir düşünür topluluğunun kotarabileceği büyüklükte. Bu düşünme ve çalışma biçimi ise (bir bilgisayar bilimi tabiriyle) açık kod olarak yapılandırılmış bir düşünce sistemini gerektiriyor. Müslümanların geçmişte yaptıkları ve bugün en iyi yapabilecekleri düşünme biçimi de zaten böyle. Dolayısıyla bizim bu doğru öncülleri ve çıkış noktalarını hakkıyla belirleyecek olan düşünürlere ihtiyacımız var.

Son bir nokta olarak da şunu hatırlatmak istiyorum. Belki birileri “bu sorunlarla uğraştık, çok zaman geçti, hala bir şey olmadı” diye düşünüp moralini bozabilirler. Unutmayalım ki üniversite reformuyla kesintiye uğrayan ve belki de ancak son 15-20 senedir orijinal ve derinlikli çalışmalar üreten bir ilahiyat fakültesinden ve birtakım filozofların Türkiye şubelerini açmanın ötesine yeni yeni geçebilen felsefe bölümlerinden söz ediyoruz. Böyle bakılınca asıl macera daha yeni başlıyor.

Prof. Dr. Ahmet Ayhan ÇİTİL

29 Mayıs Üniversitesi Felsefe bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Çitil’in akademik çalışmaları bir yandan mantık, matematik felsefesi ve ontoloji alanlarına bir diğer yandan da ahlâk felsefesine odaklanmaktadır.

Prof. Dr. Ömer TÜRKER

Marmara Üniversitesi Felsefe bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Türker’in akademik çalışmaları metafizik, bilgi teorisi ve ahlâk üzerine yoğunlaşmaktadır.

Yorum Yap