Abdullah Başaran’ın soruları, Yasin Ramazan Başaran’ın cevaplarıyla 5 SORUDA ANALİTİK FELSEFE

1. Analitik felsefe bilim için işe yarar olmayı hedeflemiş görünüyor? Felsefe, bilim için "kullan, at" konumunda mıdır? Hatta daha kötüsü, bu perspektiften, felsefe bilimin yancısı mıdır?

Analitik felsefe, bilimle iki türden ilişkiyi tanımlar. İlk tür ilişki, bilimin mümkün olduğu mantıksal ve metafizik zeminin tartışılmasıdır. Bu, gerek zihnimizin yapısı gerekse bu yapının dünyanın gerçekliğiyle uyumu konusunda analizler yaparak gerçekleşir. Bu ilişkide, felsefenin rolü, bilimin sınırlarına ve bilimsel düşüncenin yapısına ilişkin bir tür denetimi sağlamaktır diyebiliriz. Örneğin, bilginin yapısı, deneyin sınırları, zihnimiz dışında bir dünyanın olup olmadığı gibi sorular bu ilk tür ilişkinin tanımlandığı alanda gerçekleşir. İkinci tür ilişki, bilimsel verilere dayalı düşünme anlamına gelir. Bilim, hayatımızı derinden etkileyen birtakım inançlara ve alışkanlıklara sahiptir. Bu verilerin ışığında, insanlığın çok eski zamanlarından beri sorduğu soruları tekrar sorabiliyor ve bu sorulara yeni cevaplar sunabiliyoruz. Büyük patlamanın Tanrı’nın varlığına dair bir şey söyleyip söylemediği, yapay zekanın bilinçli kabule edilip edilmeyeceği, hayvansal gıdaların tüketimine ahlakî olarak nasıl cevap verilmesi gerektiği gibi sorular bilimsel veriler üzerinde düşünerek yeni cevaplar üretebileceğimiz sorulardır. Her iki türden ilişkide de analitik felsefe, bilimin de bir düşünme faaliyeti olarak insanın kendini, dünyayı, diğer insanları ve varlığı anlama çabasına katkı sunduğu yaklaşımını benimser. Bu sırada, öncüllerin doğruluğuna kesinlik atfedilmediği için, sorgulamanın devamını sağlama peşinde olmayı gerektirir. Bilimsel öncüller de kesinlik ifade etmediğinden onu sorgulama ve onunla diğer öncülleri sorgulama konusunda çekingen davranmayı gerektirmez.

2. Doğru nedir? Yaşam dünyasının, tarihselliğin, mekansallığın, bedenselliğin, ırk ve cinsiyetin hesaba katılmadığı bir doğru olabilir mi?

Doğruya birkaç farklı tanım getirebiliriz. Ancak sağduyuya en yakın olabilecek tanımlar, genel itibariyle

(1) inançlarımızın dünya ile uyumu ve

(2) inançlarımızın birbiriyle uyumudur.

Doğruluk, inançların bir niteliğidir ve bu nitelik ifadelerde aranır. Bu iki şartın genel hatlarıyla sağlanması, kavramsal bütünlüğe ve tutarlılık kaygısına dayanır. Bu anlamda, yaşam dünyasının, tarihselliğin, mekansallığın, bedenselliğin, ırk ve cinsiyetin konuşan kişi tarafından tanımları verildiği sürece, analitik felsefe aracılığıyla doğru inançlara sahip olup olmadığımızı denetleyebiliriz. Felsefe aracılığıyla doğruluğun denetlenmesi, tanımlara dayanır. Tanımlar, bize, aynı kavram üzerinde konuşup konuşmadığımızı gösterme gücüne sahiptir. Bir kavramı aynı şekilde tanımlamıyorsak, anlaştığımızı söyleyemeyiz.

3. Analiz, önceden bütünlüğü ya da tamamlanmışlığı kabul edilen şey üzerine yapılır. O halde varlığı ya da doğruluğu önceden kabul edilen bir şeyin felsefi analizle kanıtlanması bize ne katar?

Bir şeyin varlığını felsefi analizle elde edemeyiz. Örneğin, zihnimizin dışında bir dünyanın var olduğunu analizle bilmeyiz. Ancak onu nasıl bildiğimizi öğrenmek için, deneyime konu olan şeyleri analiz edebiliriz. Algı nedir? Algı ile zihin arasında ilişki nasıldır? Algı, bilinçli veya bilinçsiz deneyimin neresindedir? Dünya neden rasyonel yapılar şeklinde anlaşılabiliyor? Dünya gerçekten rasyonel bir yapıya mı sahiptir? Bu soruları sorabilmek için tek bir deneyimin bütünlüğü bile yeterlidir. Bir fincan kahveyi içiyorsanız, kahve içme eylemi bir bütünlük sunar. Bu eylemin analiziyle, aslında daha başka bütünlüklerin de söz konusu olabileceği sonucuna da varabiliriz elbette. Ancak analiz, bütünlüğün anlaşılması ve gerekiyorsa yeniden kurulması için şarttır.

4. Analitik felsefeciler neden felsefe klasiklerini okumuyor ya da bu eserlerin ifade güçlerine değer vermiyor?

Bu sorudaki önyargıyı kabul etmiyorum. Analitik felsefeciler olarak klasikleri okur ve onlarda bulduğumuz argümanları, bugün yaşayan biri tarafından ileri sürülmüşçesine değerlendirmeye alırız. Dahası, bu metinlerin tarihsel değerden ibaret olmadığını, evrensel doğrulara ulaşma çabaları olduğunu düşündüğümüz için kendi düşüncemizin olmazsa olmaz malzemesi olarak değerlendiririz. Analitikçiler olarak felsefe yaparken, felsefî klasiklerin tutarlı bir şekilde anlaşılmasını, onların tarihsel olarak bağlama oturtulmasına önceleriz. Bu sayede, büyük filozoflarla diyaloğu da sürdürmüş oluruz.

5. Felsefe tarihinde keşfedilen erdemlerin en başında belki de "bilmediğini bilme", bir başka yorumla da, insan bilgisinin ve tecrübesinin sınırlılığından ötürü "daima yanılabileceğini bilme" gelir. Analitik felsefe için bunlar "epistemolojik paradokslar" dışında bir şey ifade ediyor mu?

Bilmediğini bilme, analitik felsefe için bilginin sınırlarının farkına varmak demektir. Epistemoloji açısından yaklaşacak olursak, kesin bilginin imkanı olmadığını kabul etmek, hiçbir şeyin bilinemeyeceği anlamına gelmez. Bilgi, her zaman nitelendirmeye ve yeniden yorumlamaya açıktır. Ancak içinde bulunduğumuz şartlarda sınırlamalar yaparak bilinmezliğin içinde, bilinebilir bir alanı işaretleyebiliyoruz. Örneğin belli özellikleri itibariyle gezegen ve yıldızları birbirinden farklı tanımlarsanız, Güneş adını verdiğimiz bir yıldızın etrafında kaç gezegenin olduğunu bilebiliriz. Yine de, araştırmalar neticesinde yeniden tanımlama yapılırsa Plüton’un gezegen olmaktan çıkarılması mümkündür. Bu, önceden ileri sürdüğümüz gezegen sayısının eksik bilgiye dayandığı anlamına gelmektedir. Buradan yola çıkarak bilgi diye bir şeyin olmadığını iddia edemeyiz. Bilgimizin teoride ucu açık, her zaman geliştirilebilir, yanlış çıkabilir bir yapıda olması, bizi bilgiye ulaşma yöntemlerimizi geliştirmeye yönlendirir.

Dr. Öğr. Üyesi Yasin Ramazan BAŞARAN

Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Başaran’ın çalışmaları din felsefesinin çeşitli konuları ile doğa felsefesi, bilim felsefesi ve eleştirel düşünmeye odaklanmaktadır.

Dr. Öğr. Üyesi Abdullah BAŞARAN

Hitit Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Abdullah Başaran’ın çalışmaları postmodernizm ile hermenötik üzerine yoğunlaşmaktadır.

Yorum Yap